For English, please look below!
Santiago’daki işimde bir ayımı doldurduğumda ayrılacağımı haber vermiştim. Şili sahillerini izleyerek Bolivya’ya devam ettiğim bir rotam vardı. Daha sonra beni evinde bir ay ağırlayan Ali Abi de Valparaiso kısmına dahil olmak istedi. Aynı zamanda Cordoba’da aynı hostelde gönüllü olarak çalıştığım arkadaşım Nico da Santiago’dan sonra Valparaiso’ya devam etmek istediğini söyledi. Böylece Valparaiso ve Viña Del Mar ekibimiz kurulmuş oldu.
Ben tabi yine otostop çekeceğimi söyledim. Nico da benimle gelmek istedi. Ali Abi’yle orada buluşmaya karar verdik. Ben iki kişi otostop çekeceğimiz için daha çok bekleriz diyordum. Ama hiç de öyle olmadı. Nico’yla otobana vardık. Dedik bir sigara içelim sonra otostopa başlarız. Tam sigaraları yaktık bir araba durdu. Valparaiso’ya mı gidiyoruz diye sordu. Evet dedik. Haydi atlayın dedi. Hani tam sigara yakarsın, iki fırt alırsın otobüs gelir ya. İşte onu otostop çekerken yaşadık ya artık ben bir şey demiyorum. Nico sigaraya üzüldü biraz. Dedim sus şimdi almanlık yapma, atla çabuk!
Santiago Valparaiso arası bir buçuk saat. Otobüse binmiş gibi hızlıca vardık. Nico’nun ilk otostop deneyimi olduğu için bu iş hep böyle kolay oluyor sandı garibim. Ama aslında herkesin otostop çektiği bir noktadaydık. Neyse ki o da bu işin öyle olmadığını bir sonraki maceramızda öğrenecekti. 😁
Hostelde Ali Abi’yle buluştuk. Odaya yerleştik ve hemen kendimizi dışarı attık. Ali Abi daha önceden geldiği için bizi merkezde gezdirdi direkt. Valparaiso, şehir olarak hem bakımsız hem de fakir. Fakat şehrin tarihinden midir bilinmez bir ruhu var. O rengarenk duvar resimlerini izlerken birden bir müzik duyuyorsunuz veya sokakta dans eden insanlar görüyorsunuz. Şehir yaşıyor resmen. Asla durmuyor sokaktaki hayat.
Merkezdeki resim dolu dar sokaklarda dolaştıktan sonra yine Cordoba’daki aynı hostelde gönüllü olarak çalışan fransız arkadaş Oscar ile buluştuk.
Gezmeye başlayınca ilginç bir şekilde dünya küçülüyor. Şimdiye kadar tanıştığım neredeyse tüm gezginlerle tekrar tekrar karşılaştım. Aynı rotayı yapmasak da illa bir yerlerde denk geliyoruz. Kendimi büyük bir köyün içinde dolaşıyor gibi hissediyorum bu yüzden.
İlk gece Viña Del Mar’a gittik. Viña Del Mar, Valparaiso’nun beldesi gibi. Minibüsle yarım saatte gidiyorsunuz. 20 sene boyunca tüm yazlarımı anneannemin Altınoluk’taki yazlığında geçirdim. Orada da minibüslere atlar, çarşıya giderdik. O yazları hatırlattı bana burası da. Altınoluk’un ispanyolca konuşulan versiyonu. 🙃 İnsan tipi, sokaklar bile aynı geldi bana. Bu yazımdan sonra Altınoluk patlama yaşasa ya mesela! 😂 Altınoluk Belediyesi’nden bir sponsorluk alırım artık.
İkinci gün ben Pablo Neruda’nın buradaki evine gitmek istedim. Ali Abi de bana eşlik etti. Ama eve varmak için çıkılan o dik yokuşu çıktıktan sonra dışarıda dinlenip içeri girmemeye karar verdi. Neruda’nın Valparaiso’daki evi için de 6000 peso ödüyorsunuz. Bir önceki ev gibi burada da fotoğraf çekmek yasak. Ama ben muhteşem gazeteci kimliğimle gizli gizli fotoğraflar çektim. Her şey siz sevgili okuyucularım için! ❤

Neruda, buradaki evi bitmemiş şekilde alıyor ve mimarisini tasarlayarak inşaatını bitiriyor. Bir önceki ispanyol sahibi evi alıyor ama evi bitiremeden öldüğü için ev öylece kalıyor. Kime niyet kime kısmet hesabı. Fakat Neruda eski sahibinin anısına adını La Sebastiana olarak koyuyor. Neruda’nın deniz aşığı olduğunu bir önceki yazımda belirtmiştim. O yüzden bu ev de deniz aşkıyla dekore edilmiş ve gemi mimarisine sahipti.
Müzeden sonra ben oyuncu değişikliği yaptım ve ali Abi’yi hostelde bırakıp Nico’yla merkeze gittim. Erkekler yoruluyor, arada dinleniyor. Ben asla durmuyorum. Öyle bir kadınım biliyor musun? Merkezde dolaştıktan sonra sahile gitmeye karar verdik ve atladık minibüse. Tatlımızı aldık, sahile oturduk. İşte hayatımda ilk defa o zaman okyanusu gördüm. Küçük bir çocuk gibi mutlu oldum. Kocaman dalgaları, köpürmesi. Anlayamazsınız! ☺

Bazı küçük şeyleri büyükmüş gibi anlatıyorum. Belki manyak mı bu diyorsunuz. Ama yola çıktığımdan beri her gün benim için bambaşka bir deneyim ve ben en küçük şeylere bile küçük bir çocuk gibi şaşırıyorum. O yüzden bloğuma yazarken de aynı heyecanla yazıyorum.
İkinci gecemizde bir club’a gitmeye karar verdik. Ama anladığım kadarıyla buradaki mekanlar leşo. İyi diye gittiğimiz yerde sadece 80’ler ve 90’lar çalan bir geceye düştük. İyi kötü biraz kaldık. Daha sonra dışarı çıktık. Mekanın önündeki meydanda onlarca genç içkisini almış sohbet ediyordu. Bazıları müzik yapıyordu. Biraz kalalım diye oturduk. Oturuş o oturuş. Biriyle sohbet et, ötekiyle tanış derken sabahı ettik o meydanda. Daha sonra anladım ki buradaki gençlerin mekana ihtiyacı yok ki. Kendileri çalıyorlar, kendileri oynuyorlar. Hostele döndüğümüzde saat sabah 8:00’di ve insanlar işe gitmek için yola düşmüştü.

Son günümüzde meşhur “We are not hippies. We are happies” yazısına uğradık. Ama yazı gerçekten meşhur. Yazının üstünde durduğunuz ve sizden başka kimsenin fotoğrafa dahil olmadığı bir kare için bayağı uğraşmanız gerekiyor. Bir de benim fotoğraf çektireceğim zaman adamın biri geldi oturdu. Beş dakika kalkabilir mi diye rica ettim gayet kibar. Kalkamam, bekle dedi bana. Resmen mahallenin delisini buldum. Yazının tepesinde öyle kaldım mal gibi. Adam kalksın diye bekliyorum. Aşağıdaki diğer turistler de beni bekliyor. Neyse sonra bir şey oldu da koşarak uzaklaştı deli manyak.
Akşam yine güzeldir diye saçma sapan bir club’a gittik. Ama müzik açmadığı için erkenden hostele döndük. Erken dediğim gece 02:00’ydi ama Latin Amerika standartlarına göre erken. Yolunuz buraya düşerse cidden sokakta takılın. Daha çok eğlenirsiniz.
Valparaiso bana genel olarak Karaköy’ü anımsattı. Hipster mekanları, graffiti dolu duvarları. Tabii ki de birebir aynı değil Ama bazı açılardan benzer. Valparaiso, sanatla kavrulmuş bir şehir. O ruhunu, havasını seviyorsunuz ama maalesef çok turistik. Bu yüzden aşırı pahalı. Sanırım bu sebeple ruhunu ne kadar sevsem de tam anlamıyla şehri benimseyemedim. Bir tarafı eksik geldi bana. Neruda ile görüp yaşaydım belki daha çok severdim burayı. Hani bakir zamanlarına denk gelseydim…
Ben yeni yılı La Serena’da geçirmeye karar vermiştim. Nico da benimle gelecekti ama sonradan Valparaiso’da mı kalsam diye düşündü. Şehrin yılbaşı zamanı daha da pahalı olduğunu görünce ilk plana döndü ve benimle gelmeye karar verdi. Bir ay beraber yaşadıktan sonra Ali Abi’yle Valparaiso’da vedalaştım. Nico ile de hikayemizin “Bir Alman Bir Türk La Serena’ya Otostop Çekerse” bölümüne hazırlanmaya başladık.
Kahramanlarımızın başına La Serena’da neler geliyor bir sonraki yazıda! 😁
I had already told where I worked that I will leave after working for a month. I made a route that followed the Chilean coast till arriving in Bolivia. Ali, which whom I stayed in his flat for a month in Santiago, decided to come with me to Valparaiso. At this moment, one of my friends that I worked together in Cordoba, came to Santiago and joined to Valparaiso team.
Of course, I was going to hitchhike again. Nico wanted to join me and we decided to meet with Ali there. I was thinking the hitchhike would be hard this time. Because if you’re more than one, it’s possible to wait for more for a lift. But I was so wrong! Nico and I reached the highway and said: “Okay, let’s smoke a cigarette and begin to hitchhike.” As soon as we lit up our cigarettes, a car stopped by and asked if we were going to Valparaiso. We said yes. And he replied: “Okay, jump in the car”. I was like: WE FOUND A LIFT WITHOUT HITCHHIKING! Nico was a little upset because of his unfinished cigarette. 😒
It is half an hour from Santiago to Valparaiso. So we arrived so fast there and met Ali at the hostel. We left out stuff and went out to discover the city. Ali had visited Valparaiso before. So he showed us around the center. When you come to Valparaiso, you can get disappointment. Because actually, it’s a poor city. It is not fancy as you imagine. But what you like about it, is its artistic soul. Imagine a city full of murals, and music. You can come across every type of art on the streets of Valparaiso. So life never stops on the streets and you feel like it’s a living city. That is what makes special Valparaiso.
On our first day, after walking around, we met Oscar who was another volunteer where we worked in Cordoba. If you travel around, the world is getting smaller interestingly. I always come across other travelers. Even if we have different routes! So I feel like traveling in a huge village.
On our first night, we went to Viña Del Mar. It is like the town of Valparaiso. You arrive there in half an hour by minibus. Viña Del Mar reminded me of my days in Altınoluk where my grandma had a beach house. I spent my all summers there for 20 years. It was like Spanish spoken version of Altınoluk! 😂 The coast and the people were alike to my little summer town.
As I said in my previous blog, Pablo Neruda had a house in Valpo, too. I spent my second day in this house. Actually, we went there with Ali. But after climbing to the house, he decided to rest and wait for me. The admission fee was 6000 CLP for this house, too. And of course, taking photos was forbidden again. But I took photos secretly for my lovely readers! ❤
Neruda bought this house as unfinished. Because its Spanish owner passed away and couldn’t finish the building. So Neruda took over it and designed it like a ship and decorated it with sea items. And he named it La Sebastiana after the name of its first owner.
After the museum, Nico and I went to the center to walk around again. But later we wanted to sit on the beach. So we went to Viña Del Mar. So this was the first time that I saw an ocean in my life. I was like a little kid when I saw the big waves!

Sometimes I tell the little things like they’re very important. Because they are really important to me. Maybe you grew up by the ocean. I just saw the sea in my life. So the things being not important to you is really valuable to me.
For our second night, we decided to go to a club. But apparently, all the clubs in Valpo are so lame. The one we went to just played songs from the ’80s and ’90s. We stayed a little. But then we went out and saw a lot of young people in the square which was in front of the club. They were drinking and playing some music. So we decided to hang out there a little. And my friends, this is how we stayed there till the morning. We met a lot of people, listened to music, and had real fun. Later I understood that these people don’t need a club. They are bringing the club to the streets! We turned back to the hostel at 08:00 am while people were going to work.
For my last day, I wanted to visit the famous line: “We are not hippies. We are happies.” Remember! It is really famous. And you can wait too much to get a perfect shot for your Instagram. At night we wanted to give it another shot to another club. But it wasn’t good again. So if you go to Valpo, just buy some drinks and hang out on the streets. You’ll have more fun than in a club for sure.
Valparaiso reminds me Karaköy. It is like the big version of it, of course. But the hipster restaurants, the walls full of graffiti. But the bad thing about Valpo, is that it’s too touristy. So it was so expensive. Really expensive. So because of that, I like the city. But I couldn’t love it so so much. If I visited it in the years of Neruda, I would love it more.
I had decided to celebrate new year’s eve in La Serena. Nico was going to come with me, too. But he couldn’t decide if he wanted to stay in Valpo instead of La Serena. Anyway, in the end, he decided to come with me as we planned before. So as a german and a Turkish, we prepared ourselves for a hitchhiking adventure again.
What happens to our characters in La Serena is in the next blog post! 😌
Merhaba Hazal
Sigara içmene şaşırdım doğrusu 😊 ve resim çekmek neden yasak ona da hayret ettim 😊
LikeLike